Türkiye’nin Enerji Güvenliği ve Yeşil Dönüşüm Stratejisi

17.11.2025

"Enerji Güvenliği ile Yeşil Dönüşüm Arasında Stratejik Denge Arayışı"

Türkiye, 2020'li yılların ortasında enerji politikalarını şekillendirirken hem küresel ölçekte hızlanan yeşil dönüşüme uyum sağlamak hem de bölgesel jeopolitik risklerin yarattığı arz baskısını yönetmek durumunda kalıyor. Bu çift yönlü dinamik, enerjiyi Türkiye için yalnızca ekonomik bir alan olmaktan çıkararak ulusal güvenlik, dış politika ve sanayi stratejisinin merkezine yerleştiriyor.

Türkiye'nin enerji güvenliği açısından en kritik yapısal sorun, yüksek dışa bağımlılık düzeyi. Doğal gazda yaklaşık %99'a, petrolde ise %93'e ulaşan dışa bağımlılık, küresel fiyat dalgalanmalarının iç piyasaya doğrudan yansımasına ve ekonomik kırılganlığın artmasına yol açıyor. Bu nedenle son yıllarda enerji politikalarının odak noktasında kaynak çeşitliliğini artırma, yerli üretimi güçlendirme ve uzun vadeli tedarik anlaşmalarını çeşitlendirme hedefleri bulunuyor.

Bu çerçevede atılan adımlar arasında yerli gaz üretiminin başlaması, arz güvenliği açısından stratejik bir eşik olarak değerlendiriliyor. Üretim miktarı ekonomik dengeyi tamamen değiştirmese de dışa bağımlılığı azaltma yönünde önemli bir başlangıç niteliği taşıyor. Bunun yanında Türkiye'nin LNG terminalleri, FSRU hatları ve depolama kapasitesini güçlendirmesi, tedarik esnekliğini artırarak hem rekabetçi fiyatlarla alım yapabilme imkânı sağlıyor hem de tek bir kaynağa bağımlılığı azaltıyor.

Aynı dönemde Akkuyu Nükleer Güç Santrali'nin devreye giriş süreci, Türkiye'nin enerji portföyünde düşük karbonlu baz yük üretimi bakımından önemli bir kırılma noktası oluşturuyor. Nükleer enerji, Türkiye'nin hem emisyon azaltım hedeflerini hem de arz güvenliği yapısını şekillendiren temel unsurlardan biri hâline geliyor.

Yeşil dönüşüm tarafında ise Türkiye, son yıllarda yenilenebilir enerji yatırımlarında kayda değer bir ivme yakaladı. Güneş ve rüzgâr kapasitesi her yıl artarken, YEKA modeli uzun vadeli yatırım güvenliği sağlayan kritik bir araç olarak öne çıkıyor. Ancak yenilenebilir kaynakların kesintili yapısı, şebeke esnekliği, batarya depolama ve akıllı şebeke sistemlerine yönelik yatırımları zorunlu kılıyor. Türkiye'nin enerji sisteminin bir sonraki aşaması, yalnızca üretim kapasitesini yükseltmek değil; bu kapasiteyi esnek, dijital ve depolama destekli bir yapıya dönüştürmek olacak.

Jeopolitik açıdan Türkiye, doğu–batı enerji koridorunun merkezinde yer almasının sağladığı avantajla güçlü bir boru hattı diplomasisi yürütüyor. TANAP, TürkAkım ve Irak–Türkiye boru hattı gibi stratejik güzergâhlar, Türkiye'nin transit ülke kimliğini güçlendirirken enerji diplomasisini dış politika araçlarından biri haline getiriyor. Ancak bölgedeki istikrarsızlıklar, bu rolün sürdürülebilirliğini tehdit eden önemli bir kırılganlık yaratmaya devam ediyor.

Sosyal politika boyutunda enerji fiyatları, haneler üzerinde ciddi bir mali baskı oluşturuyor. Bu durum, enerji yoksulluğunu azaltmaya yönelik hedefli destek mekanizmalarının önemini artırıyor. Yeşil dönüşümün maliyetinin adil biçimde paylaşılması ve tüketicilerin dönüşüm sürecinden dışlanmaması, enerji politikalarının sosyal sürdürülebilirliği açısından kritik bir önem taşıyor.

Sonuç olarak Türkiye'nin enerji politikası önümüzdeki dönemde üç ana eksende şekillenecek:

  1. Arz güvenliğini güçlendiren çeşitlilik ve yerli üretim,

  2. Yeşil dönüşümü hızlandıran düşük karbonlu teknoloji yatırımları,

  3. Sosyal ve ekonomik dayanıklılığı gözeten adil enerji politikaları.

Türkiye, bu üç ekseni dengeli biçimde yönetmeyi başarırsa hem enerji bağımlılığını azaltan hem de yeni enerji ekonomisinin rekabetçi aktörlerinden biri haline gelen stratejik bir konuma ulaşabilir.