Türkiye’nin Sürdürülebilirlik Gündemi ve Öncelikleri

06.11.2025

Türkiye'nin 2053 Net Sıfır Hedefine Doğru: Sürdürülebilir Kalkınma, Yeşil Finans ve Adil Dönüşümün Yeni Çerçevesi


Son yıllarda küresel düzeyde yaşanan iklim krizi, çevresel tahribat ve enerji arz güvenliği sorunları, ülkelerin kalkınma modellerini yeniden gözden geçirmesine neden olmuştur.
Türkiye de bu dönüşüm sürecine uyum sağlamak amacıyla, 2053 yılı için "net sıfır emisyon" hedefini belirlemiş ve bu doğrultuda kapsamlı bir sürdürülebilirlik politikası çerçevesi oluşturmaya başlamıştır.

2025 yılında açıklanan Ulusal Sürdürülebilirlik Stratejisi (2025–2030), çevresel, ekonomik ve sosyal alanlarda daha dirençli bir kalkınma yapısına geçişi hızlandırmayı hedeflemektedir.
Bu strateji; yeşil finansman sistemlerinin geliştirilmesi, karbon piyasasının kurulması, döngüsel ekonomi ilkelerinin yaygınlaştırılması ve yenilenebilir enerji yatırımlarının artırılması gibi temel sütunlara dayanmaktadır.
Böylece sürdürülebilirlik, yalnızca çevre politikalarının değil; ekonomik büyüme, toplumsal refah ve dış politika gündeminin de merkezinde yer almaya başlamıştır.

Türkiye'nin bu dönüşümü, küresel eğilimlerin de bir yansımasıdır.
Avrupa Birliği'nin Yeşil Mutabakat süreci, ticari ilişkilerde çevresel standartları belirleyici hale getirirken, karbon sınır vergisi uygulamaları Türk sanayisini doğrudan etkilemektedir.
Bu durum, Türkiye'nin ihracat pazarlarını koruyabilmesi için düşük karbonlu üretim sistemlerine geçişi zorunlu kılmaktadır.

Ayrıca artan enerji fiyatları, fosil yakıtlara bağımlılığın ekonomik kırılganlık yarattığını açıkça göstermiştir.
Bu nedenle yenilenebilir enerji yatırımları, artık enerji güvenliğinin ve ekonomik istikrarın temel unsuru haline gelmiştir.
Hükümetin 2030 yılına kadar elektrik üretiminde yenilenebilir enerji payını yüzde 65'e çıkarma hedefi, bu dönüşümün kararlılığını göstermektedir.
Benzer şekilde, 2026'da devreye alınması planlanan Ulusal Karbon Piyasası, sera gazı emisyonlarını azaltırken özel sektörün çevresel performansını ölçmek için yeni bir mekanizma oluşturacaktır.

Bu sürecin dikkat çekici adımlarından biri, Yeşil Finans Taksonomisi'nin yürürlüğe girmesidir.
Taksonomi, çevresel açıdan sürdürülebilir yatırımların tanımlanmasını sağlayarak finans kuruluşlarına rehberlik etmekte ve sürdürülebilir yatırımların önünü açmaktadır.
Bu sayede bankalar ve yatırım fonları, çevreye duyarlı projelere daha uygun finansman koşulları sunabilecek, yatırımcı güveni artacaktır.
Ancak yeşil finansın etkin biçimde işlemesi için veri şeffaflığı, izleme ve raporlama standartlarının güçlendirilmesi kritik önemdedir.
Ayrıca küçük ve orta ölçekli işletmelerin bu dönüşüme uyum sağlayabilmeleri için maliyetlerin azaltılması ve teknik destek mekanizmalarının oluşturulması gerekmektedir.
Aksi takdirde yeşil dönüşüm, büyük sermaye gruplarının lehine; KOBİ'lerin ise aleyhine işleyen bir süreç haline gelebilir.

Sürdürülebilirlik politikalarının yalnızca çevresel değil, sosyal boyutları da önem taşımaktadır.
Yeşil dönüşüm, sadece teknolojik bir değişim değil; aynı zamanda sosyal adaletin yeniden tanımlandığı bir süreçtir.
Bu noktada "adil dönüşüm" yaklaşımı ön plana çıkmaktadır.
Düşük gelirli kesimler, kömür ve ağır sanayi gibi emisyon yoğun sektörlerde çalışan işçiler bu değişimden doğrudan etkilenmektedir.
Bu nedenle sosyal koruma mekanizmalarının güçlendirilmesi, istihdam kaybı riskine karşı eğitim ve yeniden beceri kazandırma programlarının devreye alınması gereklidir.
Ayrıca enerji dönüşümü sürecinde enerji yoksulluğu riski de göz önünde bulundurulmalıdır.
Yenilenebilir enerji yatırımları, aynı zamanda toplumun her kesimine uygun fiyatlı ve erişilebilir enerji sağlamayı hedeflemelidir.

Çevresel sürdürülebilirlik açısından ise Türkiye'nin öncelikleri arasında sera gazı emisyonlarının azaltılması, su kaynaklarının verimli kullanımı, toprak kalitesinin korunması ve biyoçeşitliliğin güçlendirilmesi yer almaktadır.
Döngüsel Ekonomi Eylem Planı çerçevesinde; atık üretiminin azaltılması, geri dönüşüm oranlarının artırılması ve endüstriyel simbiyoz uygulamalarının yaygınlaştırılması hedeflenmektedir.
Bu yaklaşım, kaynakların yeniden kullanımını teşvik ederek hem çevresel etkiyi azaltmakta hem de üretim maliyetlerini düşürmektedir.
Özellikle sanayi bölgelerinde atıkların başka sektörler için hammaddeye dönüştürülmesi, ekonomik ve ekolojik açıdan çift yönlü kazanç yaratmaktadır.
Ayrıca Sürdürülebilir Tarım Programı aracılığıyla su verimliliği, organik üretim ve toprak karbonu yönetimi konularında yeni teşvik mekanizmaları devreye alınmaktadır.

Politika yapıcıların bu stratejileri etkin biçimde uygulayabilmeleri için belirli göstergeleri düzenli olarak izlemesi gerekmektedir.
Bu kapsamda kişi başı karbon emisyonu, yenilenebilir enerji oranı, geri dönüştürülen atık oranı, yeşil finansman hacmi ve sürdürülebilir tarım uygulamalarına katılan çiftçi oranı gibi performans göstergeleri büyük önem taşımaktadır.
Bu veriler, hem politika başarısının ölçülmesine hem de uluslararası taahhütlerin yerine getirilip getirilmediğinin izlenmesine olanak tanımaktadır.
Ayrıca sürdürülebilirlik raporlamasının yalnızca kamu kurumlarıyla sınırlı kalmaması, özel sektörün de çevresel ve sosyal etkilerini düzenli biçimde açıklaması gerekmektedir.

Tüm bu ilerlemelere rağmen, sürdürülebilirlik politikalarının önünde bazı zorluklar vardır.
En temel sorun, finansman eksikliğidir.
Yeşil dönüşüm projeleri yüksek başlangıç maliyetleri gerektirdiğinden, kamu–özel sektör işbirliklerinin güçlendirilmesi gereklidir.
Bunun yanında, düzenlemelerin net olmaması bazı sektörlerde yatırım belirsizliği yaratabilmektedir.
Bu nedenle politika çerçevesinin uzun vadeli, öngörülebilir ve tutarlı olması yatırımcı güvenini artıracaktır.
Ayrıca yerel yönetimlerin sınırlı kurumsal kapasitesi, dönüşümün sahada uygulanmasını zorlaştırmaktadır.
Belediyelerin enerji verimliliği, atık yönetimi ve yeşil alan planlaması konularında daha fazla mali ve teknik desteğe ihtiyacı vardır.

Sonuç olarak, Türkiye'nin sürdürülebilirlik politikaları; ekonomik büyüme ile çevresel koruma arasındaki dengeyi yeniden tanımlamaktadır.
Sürdürülebilirlik artık yalnızca çevre koruma değil, aynı zamanda ekonomik rekabet, toplumsal adalet ve dış politika alanlarını kapsayan bütüncül bir dönüşüm vizyonudur.
2025–2030 dönemi, Türkiye'nin yeşil kalkınma modelini somutlaştıracağı, adil geçişi kurumsallaştıracağı ve çevreyle uyumlu bir ekonomik sistem inşa edeceği kritik bir süreç olacaktır.
Bu sürecin başarısı; politika tutarlılığına, veri temelli karar alma mekanizmalarına ve toplumun tüm kesimlerini kapsayan adil bir dönüşüm vizyonuna bağlıdır.